Güzel bir bahar sabahından herkese merhaba. Geçtiğimiz hafta beyazperdenin en büyük otoritelerinden biri olan, film endüstrisindeki teknik ve sanatsal başarıların ödüllendirildiği Akademi Ödülleri yani bilinen adıyla Oscar muhteşem bir törenle sahiplerini buldu.
Bir tanesi hariç ödül alan tüm filmleri izlemiştim zaten, dolayısıyla altı dolu bir yorum yapabileceğimi düşünüyorum. Adrien Brody, yıllar önce Piyanist filmiyle gönlümüzü çelen ve her geçen gün kendini bir adım daha öne taşıyan çok başarılı bir oyuncu. Oscar’ı sonuna kadar hak ettiğini söylemeye hiç gerek yok sanırım.
Anora filmi ise benim hem konusuyla hem de oyuncuların performansıyla çok içime sinen bir yapımdı, izlerken çok etkilenmiştim.
Sadece The Substance filmine ve Demi Moore’a biraz haksızlık edildiğini düşünüyorum ama o da benim için nazar boncuğu olsun.
Görkemli Oscar’ı geride bıraktıysak bu hafta neler var hep beraber onlara bakalım. Seneye sizinle artık bir gelenek haline getirdiğimiz Oscar’a aday filmleri izleme ritüelimize geri döneceğiz mutlaka.
ROBERT DE NİRO VE OYUNCULUĞU YİNE KUSURSUZ
En son 2019 yılında usta yönetmen Martin Scorsese’nin yönettiği İrlandalı filminde büyük bir keyifle izlediğimiz Robert De Niro uzun bir aradan sonra Netflix için kamera karşısında geçti.
Son günlerde hem konusu hem de Robert De Niro başta olmak üzere oyuncu kadrosuyla da oldukça ses getiren Zero Day dizisini birkaç günde soluksuz izledim.
Güvenlik açığından dolayı Amerika’da bir dakikalığına hayat durmuştur ve tüm sistemler siber saldırıya uğramıştır. Teknik aksaklıkların yanı sıra çok sayıda Amerikalının ölümüne de sebebiyet veren bu olayı derinlemesine incelemek için Beyaz Saray tarafından atanan komisyonun başına eski başkan George Mullen (Robert De Niro) atanmıştır. İlk etapta tüm bulgular Rusya’yı gösterse de olayın perde arkasında bambaşka olaylar yer almaktadır.
Dizi gerçekten sürükleyici ve günümüzde yapay zeka bu boyutlara gelmişken biraz da korkutucu desem yanlış olmaz sanırım. Fakat ne olursa olsun oyunculuğuna asla doyamayacağımız efsane aktör Robert De Niro’yu izleme şansı yakaladığımız için hepsine değer diye düşünüyorum. Böyle efsane isimleri ekranda daha sık görmek için neler vermeyiz.
PEDRO ALMODÓVAR HAYATI YENİDEN SORGULATIYOR
‘’Yine ne varsa eskilerde var’’ diyerek çok sevdiğim iki oyuncunun başrolde yer aldığı ‘’The Room Next Door’’ filminden bahsetmek istiyorum. Bu filmi Film Ekimi zamanında izlemek istemiştim fakat bileti en çabuk tükenen yapımlardan biri olduğu için yer bulamamıştım ama geçtiğimiz günlerde izleme imkanını nihayet yakaladım. Bu kadar çok merak edilmesinde usta yönetmen Pedro Almodóvar imzalı olmasının etkeni eminim çok büyüktür. Pedro Almodóvar, her işini çok merak ettiğim ve kendine has sıra dışı filmleriyle adını sinema dünyasına altın harflerle çoktan yazdırmış başarılı bir yönetmen. The Room Next Door ise yönetmenin dili İngilizce olan ilk uzun metrajlı filmi. Julianne Moore ve Tilda Swinton’ın aralarındaki müthiş kimyadan bahsetmiyorum bile.
Martha, kanser hastasıdır ve tedaviye yanıt vermediği için yolun sonuna yaklaştığını anlar. Ingrid ise Martha’nın yıllardır görmediği arkadaşıdır ve ikisinin yolları yeniden kesişir. Martha, tedavisini tamamlamak üzereyken Ingrid’ten gerçekleştirilmesi çok zor bir şey ister.
Hem hayata hem de dostluğa dair çok şey bulacağınız bu filmi 2 saatinizi ayırarak izlemenizi mutlaka öneririm.
OZİ’NİN HEYECAN DOLU HİKAYESİ BEYAZPERDEDE
Bir olay sonucu ailesinden ayrı düşen küçük Ozi, ormanda, yabani hayatı koruyan gönüllüler tarafından bakılmaktadır. Bir gün hediye gelen tablet sayesinde ailesinin yaşadığını fark eder ve yuvasından kaçıp onları bulmak için ormanda büyük bir maceraya atılır.
ormanını ve evini ormansızlaşmadan kurtarmak için etkileme becerilerini kullanan yetim orangutan Ozi'nin hikayesini anlatan bu sımsıcak film 12.00, 14.00 ve 16.00 seanslarıyla Çerkezköy Sinema Center’da minik izleyicisini bekliyor.