Derler ki: “Bülbülü altın kafese koymuşlar, ah vatanım demiş.”
Bu eski söz, yüzeyde bir kuşun kaderini anlatır gibi görünse de, gerçekte insanın en derin çatışmasını içinde saklar: Parlak olanın cazibesiyle iç sesin hakikati arasındaki gerilim…
Bugün altın kafes, yalnızca ihtişamı, konforu ya da modern dünyanın sunduğu imkânları temsil etmez; aynı zamanda insanın kendine doğru yolculuğunu zorlaştıran her şeyi de simgeler. Kimi zaman bir başarı hırsı, kimi zaman bir şehir ışıltısı, kimi zaman da sahte özgürlüklerdir bu kafesi örüp parlatan. Biz fark etmeden, dışarıdan gelen suretler bir bir üzerimize yapışır, hatta çoğu kez “bize ait” olduğunu sandığımız yeni benlikler inşa ederiz.
Ama “vatanım” diyen bülbülün iç sesi bize başka bir şeyi hatırlatır:
Öz, insanın gerçek vatanıdır.
İşte bu nedenle, altın kafes ne kadar gösterişli olursa olsun, ona dair bir yabancılık duygusu içten içe büyür. Bilirsiniz; insanın kendini en çok zorladığı yer, dışarıya gösterdiği sureti, içeride taşıdığı özle uyumlu hâle getirme çabasıdır. Bir yanımız parıldamak ister, diğer yanımız kendine sadık kalmak… Bir yanımız dönüşür, diğer yanımız değişmeyenin ağırlığını taşır.
Bugün toplumun da bireyin de yaşadığı kırılmalar, aslında bu nedenle şaşırtıcı değildir. Gelişimin ve dönüşümün hızına kapılan ruhumuz, bir noktada durup nefes almak ister. Çünkü karakter dediğimiz şey, moda olan fikirlerle, popüler kimliklerle, mevsimlik duygularla değişmez. İnsan, ne kadar yeni şekillere bürünürse bürünsün, içinde hep o tanıdık sese rastlar. Sessiz ama ısrarcı bir hatırlatma gibi:
“Ben buradayım.”
İşte tüm mesele, bu sesi duyup duymamakta gizlidir.
Altın kafesin ışıltısına kapılmak kolaydır; zor olan, özün karanlıkta bile kendini belli eden hakikatini fark edebilmektir. Kimi zaman bir hayat tercihi, kimi zaman bir davranış kırıntısı, kimi zamansa beklenmedik bir anda içimizi dağlayan bir duygu, bize aslında kim olduğumuzu yeniden gösterir.
Kısacası, suretlerin kalabalığında kaybolmadan kendi “vatanımız”a, yani özümüze doğru yolculuğu sürdürmek… Belki de insanın en zor ama en anlamlı mücadelesi budur.
Parıltının değil, hakikatin ışığında görünmek…
Değişmenin değil, özün içinde olgunlaşmanın izini sürmek…
Ve ne kadar uzaklaşırsak uzaklaşalım, bir gün kendimize dönüp, tıpkı o bülbül gibi fısıldayabilmek:
“Vatanım da vatanım…”





